Süleymaniye Camisi için gelen mücevher
Kanuni Sultan Süleyman adına bir cami yaptırmaya karar verdiğinde şimdiye kadar yapılmış en muhteşem cami olmasını arzuladı. Bu düşüncesini Mimarbaşı Sinan’a söyledi. Sinan: ” Buyruğunuz başım üstünedir. Yalnız önce şehri gezmek isterim.” Padişah yarı kızgınlıkla ” İstanbul’u bilmez misin? İşe başlamak için ne beklersin?” dedi. “işe şu anda başlamış bulunuyorum Sultanım ben şehri dolaşarak cami için en uygun yeri tespit etmek istiyorum.”
Sinan ertesi sabah şehri dolaşmaya başladı. Cami, Ayasofya yapıldığı yer gibi bir tepeye yapılmalı ilk bakışta göze çarpmalıydı. Yine dolaşırken yolu Beyazıt’a düştü bu günkü üniversite binasının bulunduğu alana doğru yürüdü. Alanın sonuna gelince aradığı yeri bulduğunu anladı. Tepe Marmara denizini de, Haliç’i de tabak gibi görüyordu. İstanbul’a tepeden bakıyordu.
Sinan konağına döndü. Odasına kapandı. Caminin yeri hazırdı. Planı hazırlamaya başladı. Plan tamamlanınca Padişaha sundu. Padişah planı da yeri de beğendiğini söyleyip Sinan’dan inşaata hemen başlamasını istedi. Sinan buyruğu yerine getireceğini belirterek Sultandan yine bir süre izin istedi. ” Hayrola mimarbaşı bu kez derdin ne ola?” ” Cami için kullanacağım taşlar Sultanım. Ocakları gezip gerekli taşı ve lazım olan aletleri seçmeliyim.” “Pekala, bildiğin gibi yap.”
Sinan her şeyi önceden hesaplamıştı. Temelden başlayarak camiye koyacağı her taşı seçti. Ortadaki büyük, geniş ve yüksek kubbeye destek olacak dört büyük sütunun ikisini İstanbul’da buldu. Bu taşlardan biri Fatih’te Kız taşı denilen Bizanslılardan kalma bir dikili taştı. İkinci sütun ise yine Bizanslılardan kalma Topkapı sarayı dolaylarında bulunan bir sütundu. Üçüncü sütun İskenderiye’den, dördüncü sütunun Balbek kalıntılarından getirilmesine karar verildi. Lazım olan diğer sütunlar yine Bizanslılardan kalma Sultan Ahmet’teki koşu yerinden ( hipodrom) sökülerek kullanıldı. Kullanılacak ak mermerler Marmara adasından, yeşil mermerler Arabistan’dan getirildi.
Ülkenin dört tarafından en güçlü ırgatlar, en hünerli taş ustaları ve duvarcıları aranıp bulundu. Haliç’e bakan tepe bir anda arı kovanı gibi çalışmaya başladı. Kazmacılar temeli kazmaya başladılar, ancak temel kazmakla bitmiyordu her defasında daha derine inildi. Temeller Sinan’ın istediği derinliğe inince kazma işi durduruldu. Bu kez duvarcılar işe koyuldu. Temeli kesme taşlarla örmeye başladılar. Örme işi bitince Sinan işi durdurdu. Kışta geldiği için ustaların ve işçilerin paralarını ödeyip memleketlerine gönderdi.
İşin birdenbire durdurulması herkesi şaşırtmıştı. Gelen bütün malzeme temele harcanmasına rağmen toprağın üstünde görülen bir şey yoktu. İnşaatın durması hem ülke içinde hem de ülke dışında söylentilere yol açmıştı. Mimarbaşının beceriksiz, tembel olduğu yaşlanmış olması nedeniyle işi gevşek tuttuğundan bahsediliyordu. Ancak Kanuni, yapının temellerinin oturması ve yerleşmesi için beklendiğini biliyordu.
Nitekim kış bitince memleketlerine giden ustalar ve ırgatlar dönmeye başladılar. Bu arada İskenderiye ve Balbek’ten gönderilen sütunlar da İstanbul’ gelmiş Unkapanından Vefa yolu ile caminin yapım yerine getirilmişti.
Cami inşaatının durması, İran Şahı Tahmasb Han’a caminin yapımından vazgeçildiği şeklinde anlatılmıştı. Şah’ta bunu Kanuni’nin paralarının tükendiğine yorup, çok değerli mallar ve mücevherlerle dolu bir sandık hazırlatıp elçileri vasıtasıyla bir mektupla Kanuni’ye yolladı. Mektubunda şöyle yazmıştı: ” Duyduk ki camiyi tamamlamaya gücünüz yetmeyip vazgeçmişsiniz. Dostluğumuza dayanarak bunca mal, para ve mücevher gönderdik. Bunlarla camiyi tamamlayasınız. Böylece, bizim de hayratınıza katkımız olur. ” Kanuni, mektuba da, armağanlara da çok kızdı. bu davranışı saygısızca bulmuştu. Gönderilen her şeyi elçinin ayakları dibine döktürdü. Mimarbaşını çağırttıktan sonra elçiye dönerek şunları söyledi: ” Senin şahının ne böyle bir camiyi yaptıracak gücü, ne de böyle bir camiyi yapacak mimarı var. Bense her ikisine de sahibim. Şahına söyle onun taşları, benim camimin taşları yanında bir hiçtir.” Sonra mimarbaşına dönerek: ” Bu mücevherleri al yapım alanına götür öteki taşların arasına katıp caminin yapımında kullan.” Elçinin aklı başından gitmiş şaşkına dönmüştü. El etek öpüp huzurdan ayrıldı.
Mimar Sinan da içi mücevher dolu sandığı inşaat alanına taşıttı. Ertesi gün elçi inşaat alanına geldi. Elçinin yapıyı gezmeye geldiğini gören Sinan, mücevher dolu sandığı ortaya getirtti. İçinden iki avuç mücevher alarak taş havana koydu ve ellerinde tokmakla bekleyen işçilere ezdirerek un ufak yaptırdı. Mimar Sinan elçinim gözlerine baka baka kum gibi olmuş mücevher parçalarını işçilerin kardığı harcın içine kattı. Bunu gören elçi orada daha fazla kalmayarak, aynı gün memleketine dönmek için yola çıktı.
Derler ki, Sinan, gelen mücevherlerden bazılarını minarelerden birinin taşları arasına süs olarak yerleştirdi. O minare güneşte pırıl pırıl yanmaya başladı. O nedenle o minareye mücevherli minare denildi. Ancak güneş, yağmur, kar gibi doğal olaylar zamanla taşların parıltısını köreletti. Mücevherli minare parıldamaz oldu.
Okumak isteyebilirsiniz
Kaderin önüne geçemezsin