Duanın Esrarengiz Etkisi(Lütfen okuyun ve halinize şükredin)
Bir Yıl Aradan Sonra Yoğun Bakıma Dair…
Benim ve sevenlerimin yüreklerini alt üst eden deprem gecesi…
Doktorların elinden gelen her şeyi yaptıkları ve tahminlerine göre bu dünyaya ait son nefesimi verdiğim gece…
Benim hiçbir şey hatırlamadığım; fakat kimin aklına gelse gözyaşları içinde anlattıkları gece…
Dedemlerin oturup nereye defnedileceğimi kararlaştırdıkları gece…
Evet, o gece öyle bir geceydi ki doktorum Cerrahpaşa Yoğun Bakım Ünitesi’nde yer olduğunu duyduğunda beni gözyaşları içinde yollayacak burukluktaki bir geceydi…
O gece ellerin semaya son bir ümitle kalktığı, son kez “bir nefes daha” diye yalvarılıp yakarıldığı bir geceydi…
Gözlerin hiçbir şeyi görmediği, iftarın da sahurun da bir yapıldığı bir gece…
Çocuk yaşlı demeden herkesin dua için uykudan kaldırıldığı bir gece..
Öyle ya, kimin duasının kabul olacağı belli olmazdı…
O gece bir annenin: “Allah’ım ben yavrumu çok seviyorum ve onun yaşamasını istiyorum. Her şeyi güzel eylediğin gibi Eslem’in hastalığını da güzel eyle.” diye dua ettiği bir geceydi…
O gece kulun Allah’a olan acizliğinin son noktaya vardığı bir geceydi. Doktorlar nefes alabilmem için beni makinelere bağlamışlar, entübe etmişlerdi. Fakat nefesi verecek de, canı alacak olan da O’ydu…
Yoğun bakıma gireceğim gün dayım bana üzerinde kuş deseni olan bir pijama almıştı. Çok sevmiş, hiç üstümden çıkarmak istememiştim. Annemin çıkaramadığı o pijamayı yoğun bakımda doktorlar kan içinde her yerinden keserek anneme vermişlerdi. Ne acıydı bir annenin eline evladı yerine kanlı, paramparça pijamasının verilmesi…
Ne acıydı bir annenin “Eslem’in abdest aldığı taşı atmayın.” diyerek evladı yerine bağrına taş basacağını düşünmesi…
Narkozun etkisiyle arada gözlerimi açıp sonra tekrar kapatıyordum. Ambulansla Çapa’ya geri dönerken bir an gözlerimi açıp nefessiz kaldığımı hissetmiştim. Ne zaman bir ambulans sesi duysam aklıma o an gelir. Çapa’ya geri döndüğümde yeni yerim Yoğun Bakımdı..
İlk ayılma anlarımı hatırlamıyorum. Fakat ilk hissettiklerimi hatırlıyorum. Boğazımda dayanılmaz ve yakıcı bir acı vardı. Meğer akciğerlerime kadar inen bir tüp varmış ağzımda. Ailem her yanıma geldiğinde yalvarıyorum: “Ne olur doktorlara söyleyin çıkarsınlar şunu ağzımdan” diye. Sonradan öğrendim ki her yiğidin harcı değilmiş ayıkken entübe olmak.. Hatırlıyorum yanımdaki herkes uyuyordu; fakat ben gece bile uyuyamıyordum. Bence en acı şey; insanın acısını anlatamamasıdır…
Namaz…
Ayıldığımda aklıma gelen ilk şeylerden birisi. Önüme sürgülü bir masa istemiştim. Onunla teyemmüm alıp ellerimi yukarıya bile kaldıramadan olduğu yerde bağlayıp kafa hareketlerim ile kılmaya çalışıyordum. Sadece farzlarını kıldığım halde bazen bir saati buluyordu bir vakit namazı eda etmem.
Her rekatta bir 15-20 dk narkozun etkisiyle kendimden geçince bir saati buluyordu tabii.. Kendime geldiğimde bir sonraki rekattan devam ediyordum. Allah kabul etsin..
Heyecan…
Her zaman olmazsa olmazlardan. Yoğun bakımdayken üniversite sonucumu öğrenmiştim. Sürekli doktorlara, hemşirelere sonuçlar açıklandı mı diye soruyordum. Sonuçlara kendim bakacağım ve yanımda ailemden birisi olacak diye tutturmuştum. En sonunda babam gelmişti içeriye.
Oradaki personellerden birinin telefonundan bakmıştım sonucuma. Hamd olsun istediğim üniversiteyi kazanmıştım.Yüreğim sevinç çığlıkları atarken elim babamın elini sıkıyordu. Ne çok isterdim “Kazandım!” diye bağırarak aileme sarılmayı..
Tüm bunlar olurken ben dümdüz uzanmış diyaliz oluyordum..
Üşümek…
Bu kelimeyi aferez esnasında iliklerime kadar hissetmiştim. Normalde aferez odasında üç kat battaniye ile kan değiştirirken, yoğun bakımda üstümde sadece iki kat çarşaf oluyordu. Hemşireler çarşafın altına ısıtıcı koyuyorlardı; ama nafile..
Dişlerimi sıkmaktan kırılacak sanıyordum. İçimden Allah’ın isimlerini zikrediyor ve 12’den geriye sayıyordum. 12 ünite kan… İnsanın vücudundan kanın çıkarılması ve başkasının kanını kabullenmesi ne kadar zor bir şeymiş meğer.. Kanı bulmak ayrı bir mesele, vücuda kabul ettirmek ayrı…
Şükür…
Yoğun bakımda neye şükredeceğimi şaşırıyordum. Meğer Allah bize ne çok nimet vermiş de biz farkında değilmişiz. Yemek yemeyi, su içmeyi, elimi yüzümü yıkamayı, yürümeyi, konuşmayı, gökyüzünü, secdeye kapanmayı o kadar çok özlemiştim ki…
Bu nimetlere yeniden kavuşabilmek için hep dua ediyordum. Diğer bir şükrüm de yaşamam için sonsuz emek veren ve dualarını esirgemeyen sevdiklerimin olmasıydı. Başta ailem olmak üzere can dostlarım ve beni tanımayan ama benim için uğraşan binlerce insan…
Ne güzel bir şeydi insana moral veren, mutlu eden ve her zaman yanında olan dostlarının olması.. Doktorlarım bile kıskanıyordu bunca sevenimin olmasını.
Rabbim’e ne kadar şükretsem azdır..
Doktorlar beni taburcu etsin diye ya da en azından ağzımdaki tüpü çıkarsınlar diye her sabah bir kağıda “Ben çok iyiyim!” yazıyordum. Konuşamıyordum; fakat tüm gücümü gözlerimde toplayıp çok iyi olduğuma inandırmaya çalışıyordum doktorları.
Belki de bu başta bana çok iyi geliyordu.
Her zaman dediğim gibi benim en büyük ilacım DUA ve MORALdi… Bu iki kelimenin aslında ne kadar derin olduğunu işte o günlerde anlamıştım. Her anımıza binlerce kez Elhamdülillah..!
Eslem GÜNAYDIN
Kaynak : Risale Ajans