KASİDE-İ MURADİYE(MUZARİYYE) İMAM BÛSİRİ(RAHMEHULLÂH)
İmâm-ı Bûsîrî (Rahmehullâh) çok sıkıntılı olduğu bir gece rahatlamak niyetiyle sahile inip Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’e getirilen salevâtlardan oluşan beyitlerini şiir şeklinde söylemeye başlar ve kırkıncı beyite geldiğinde denizin üzerinde güzel yüzlü, nur gibi ve tertemiz elbiseler içerisinde olan birinin kendisine doğru gelmekte olduğunu fark eder, hatta o zâtın nuru yerle göğü aydınlatmaktadır.
Gördüğü o zat İmâm-ı Bûsîrî (Rahimehullâh)a yaklaşınca selam verir ve ardından şöyle buyurur: “Beni büyük bir müjdeci ve gerçek bir uyarıcı olarak hak ile gönderen Allâh-u Te’âlâ’ya yemin olsun ki sen, bu okuduğun kasîdenin sevaplarını yazma hususunda yedi kat göklerdeki ve yerlerdeki, hatta Arş ve Kürsî’de görevli olan bütün melekleri yordun. Hangi bir Müslüman bu kasîdeyi her farz namazın ardından okursa o kişi cennetteki Firdevs-i Âlâ’da benimle beraber olacaktır.” (Süleyman el-Kerderî el-Basrî, Şerhu’l-Kasîdeti’l-Muzariyye, verak:2-3, -Süleymaniye Kütüphanesi, Aşir Efendi Kısmı, 302 numaralı nüsha-)
Daha sonra o gelen zat geldiği tarafa doğru giderek gözden kaybolur. Bunun üzerine İmâm-ı Bûsîrî (Rahimehullâh) şöyle der: “O zaman anladım ki bu zat kesinlikle Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)Efendimiz’di. Her kim bir sıkıntı, dert ve bela anında bu kasîdeyi okursa, Allâh-u Te’âlâ da onun duasını kabul eder ve muradını ihsân eder.”
Biz de İbni Mesud (Radıyallâhu Anh)dan rivayet edilen bir hadîs-i şerifte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’in: “İnsanların kıyamet gününde bana en yakın olanı, bana en çok salevât getirendir” (İbni Ebî Şeybe, el-Musannef, no:32447, 11/505) buyurmasına binaen, başından sonuna kadar Kâinatın Sultanı olan Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’e getirilen çok kıymetli ve büyük salevât-ı şerîfelerden ibaret olan bu kasîde-i mübârekeyi çokça okumaya gayret gösterelim. Çalışmak bizden, muvaffakiyet ise ancak Allâh-u Te’âlâ’dandır.
Kaside-i Mudariyye – Muzariyye (İmam Bûsirî) Okunuşu ;
Yâ Rabbi salli alel muhtâri min mudarin, Vel enbiyâi ve cemiy’ ır rusüli mâ zükirû.
Ve salli rabbi alel hâdî ve şiy’atihî, Ve sahbihî min latıyyid diyni kad neşerû.
Ve câhedû meahû fillâhi vectehedû, Ve hâcerû ve lehû âvev ve kad nasarû.
Ve beyyenül ferda vel mesnûne va’tesabû, Lillâhi va’tesamû billâhi ventesarû.
Ezkâ salâtin ve enmâhâ ve eşrafehâ, Yüattırul kevne rayyen neşruhel atıru.
Meftûkatin bi abiyril miski zâkiyeten, Min tıybihâ eracür rıdvâni yenteşiru.
Addel hasâ ves serâ ver remli yetbeuhâ, Necmüs semâi ve nebtül ardı vel mederu.
Ve adde mâ havetil eşcâru min verakın, Ve küllü harfin ğadâ yütlâ ve yüstetaru.
Ve adde vezni mesâkıylil cibâli kezâ, Yeliyhi katru cemiy’ıl mâi vel metaru.
Vet tayri vel vahşi vel esmâki mea neamin, Yetlûhümül cinnü vel emlâkü vel beşeru.
Vez zerri ven nemli mea cemiy’ıl hübûbi kezâ, Veş şa’ri ves sûfi vel eryâşi vel veberi.
Ve mâ ehâta bihil ılmül muhıytü ve mâ, Cerâ bihil kalemül me’mûnu vel kaderu.
Ve adde ne’mâikellâtî menente bihâ, Alel halâikı müz kânû ve müz huşirû.
Ve adde mikdârihis sâmillezî şerafet, Bihin nebiyyûne vel emlâkü vefteharû.
Ve adde mâ kâne fil ekvâni yâ seyyidî, Ve mâ yekûnü ilâ en tüb’ases suveru.
Fî külli tarfeti aynin yatrifûne bihâ, Ehlüs semâvâti vel eradıyne ev yezeru.
Mil’es semâvâti vel eradıyne mea cebelin, Vel ferşi vel arşi vel kürsiyyi ve mâ hasarû.
Mâ a’demallâhü mevcûden ve evcede ma’dûmen, Salâten devâmen leyse tenhasıru.
Testağrikul adde mea cemiy’ıd dühûri kemâ, Tühıytu bil haddi lâ tübkî ve lâ tezeru.
Lâ ğâyeten ventihâen yâ azıymü lehâ, Ve lâ lehâ emedün yukdâ ve yüntezaru.
Meas selâmi kemâ kad merra min adedin, Rabbî ve dâıfhümâ vel fadlü münteşiru.
Ve adde ad’âfi mâ kad merra min adedin, Mea dı’fi ad’âfihî yâ men lehül kaderu.
Kemâ tühıbbü ve terdâ seyyidî ve kemâ, Emartenâ en nüsalliye ente muktediru.
Ve küllü zâlike madrûbün bi hakkıke fî, Enfâsi halkıke in kallû ve in kesirû.
Yâ rabbi vağfir li tâlîhâ ve sâmiıhâ, Vel müslimîne cemîan eynemâ hadarû.
Ve vâlidînâ ve ehlînâ ve cîrâninâ, Ve küllünâ seyyidî lil afvi müftekıru.
Ve kad etet bi zünûbin lâ ıdâde lehâ, Lâkin afveke lâ tübkî ve lâ tezeru.
Vel hemmü an külli mâ ebğıyhi eşğalenî, Ve kad etâ hâdıan vel kalbü münkesiru.
Ercûke yâ rabbi fid dârayni terhamünâ, Bi câhi men fî yedeyhi sebbehal haceru.
Yâ rabbi a’zım lenâ ecran ve mağfiraten, Lienne cûdeke bahrun leyse yenhasıru.
Ve kün latıyfen binâ fî külli nâziletin, Lutfen cemiylen bihil ehvâlü tenhasiru.
Bil mustafal müctebâ hayrul enâmi ve men, Celâleten nezelet fî medhıhis süveru.
Sümmes salâtü alel muhtâri mâ taleat, Şemsün nehâri ve mâ kad şa’şeal kameru.
Sümmer rıdâ an ebî bekrin haliyfetihî, Mâ kâme min ba’dihî lid diyni yentesıru.
Ve an ebî hafsıl fârûkı sâhıbihî, Min kavlihil faslü fî ahkâmihî umeru.
Ve cüd li osmâne zin nûrayni men kemület, Lehül mehâsinü fid dârayni vez zaferu.
Kezâ aliyyün mea ibneyhi ve ümmihimâ, Ehlül abâi kemâ kad câenal haberu.
Sa’dün Seıydünübnü avfin Talhatü ve Ebû, Ubeydete ve Zübeyru sâdetül ğuraru.
Vel âlü ves sahbü vel etbâu kâtıbeten, Mâ cenne leylüd deyâcî ev bedes seharu
Kaside-i Mudariyye – Muzariyye (İmam Bûsirî) Türkçe Okunuşu ;
EL-KASÎDETÜ’L-MUZARİYYE
يَا رَبِّ صَـلِّ عَـلَى الْمُـخْـتَـارِ مِـنْ مُـضَرِ
وَالْأَنْـبِيَـا وَجَـمِـيــعِ الــرُّسْـــلِ مَـا ذُكِـــرُوا
Ey Rabbim! Salât eyle kabilesi Muzar olan seçkin Nebiye,
İsimleri zikrolunan enbiya ve rasullerin hepsine.
وَصَــلِّ رَبِّ عَــلَى الْــهَـــادِي وَشِـيعَــتِـــهِ
وَصَـحْبِـهِ مَـنْ لِـطَـيِّ الدِّيـنِ قَــدْ نَـشَـرُوا
Ey Rabbim! Salât eyle hidayet eden Nebîye ve ümmetine, İslam’ı gizlilikten kurtarıp dünyaya neşreden ashâbının hepsine.
وَجَــاهَــدُوا مَــعَــهُ فِي اللّٰهِ وَاجْـتَــهَـدُوا
وَهَــاجَــرُوا وَلَــهُ آوَوْا وَقَـــدْ نَــصَـــرُوا
(O sahabe ki) Nebi ile cihad edip Allâh yolunda çalıştılar,
(Kimisi) hicret ederek, (kimi de fakir muhâcirleri yurtlarında) barındırarak Rasûlüne yardım ettiler.
وَبَيَّنُوا الْفَـرْضَ وَالْمَـسْنُونَ وَاعْتَصَبُوا
لِلّٰهِ وَاعْــتَــصَـــمُـــوا بِاللّٰهِ فَــانْــتَــصَـــرُوا
Beyan ederek farz ile sünneti, Allâh için birlik oldular,
Allah’ın dînine sarılıp zafer kazandılar.
أَزْكٰــى صَــلَاةٍ وَأَنْــمَــاهَـــا وَأَشْــرَفَــهَـا
يُـعَـطِّـرُ الْكَــوْنَ رَيًّــا نَـشْــرُهَـا الْـعَـطِـرُ
(Onlara olsun) en pak, en üstün ve en şerefli salâtın,
Ki o salâtın mis kokusu doldurur kâinatın.
مَـفْـتُـوقَــةٍ بِـعَـبِيــرِ الْــمِـسْــكِ زَاكِـيَـةٍ
مِــنْ طِيـبِهَــا أَرَجُ الـرِّضْـوَانِ يَـنْـتَــشِــرُ
(O salâtın) mayası misk kokusuyla yoğrulmuş ki (Allâh-u Te‛âlâ’nın rahmetini) artırır,
Onun hoş râyihasından rıza kokusu yayılır.
عَـدَّ الْحَصٰى وَالـثَّرٰى وَالـرَّمْـلِ يَتْبَعُـهَا
نَجْمُ السَّمَا وَنَبَاتُ الْأَرْضِ وَالْمَـدَرُ
(Salât olsun) çakıl taşları, topraklar ve kumlar kadar,
Gökteki yıldızlar, yerdeki bitkiler ve tepeler kadar.
وَعَــدَّ مَـــا حَـوَتِ الْأَشْـجَـارُ مِـنْ وَرَقٍ
وَكُــلُّ حَـــرْفٍ غَــدَا يُـتْـلٰى وَيُـسْـتَطَـرُ
(Salât olsun) ağaçların yaprakları adedince,
Okunup yazılan bütün harfler adedince.
وَعَــدَّ وَزْنِ مَــثَــاقِيــــلِ الْـجِــبَــالِ كَــذَا
يَتْلُوهُ قَــطْــرُ جَـمِيـعِ الْـمَـاءِ وَالْـمَـطَــرُ
(Salât olsun) dağların o hesapsız ağırlığı kadar,
Devamında da bütün su damlaları ve yağmurlar kadar.
وَالطَّيْرُ وَالْوَحْشُ وَالْأَسْمَاكُ مَعْ نَعَمٍ
يَتْلُوهُمُ الْجِــنُّ وَالْأَمْــلَاكُ وَالْــبَــشَــرُ
(Salât olsun) kuşlar, balıklar ve hayvanlar adedince,
Bunların peşine cinler, melekler ve insanlar adedince.
وَالذَّرُّ وَالنَّمْلُ مَعْ جَمْعِ الْحُبُوبِ كَذَا
وَالشَّعْرُ وَالصُّوفُ وَالْأَرْيَاشُ وَالْوَبَرُ
(Salât olsun) zerreler ve tanelerle beraber karıncalar kadar,
Saçlar, yünlerle tüyler ve kıllar kadar.
وَمَا أَحَـاطَ بِـهِ الْعِلْـمُ الْـمُحِيـطُ وَمَـا
جَـرٰى بِـهِ الْـقَـلَـمُ الْـمَـأْمُـورُ وَالْـقَــدَرُ
(Salât olsun) Mevlâ’nın her şeyi kuşatan ilminin kapladıkları kadar,
(Levh-i Mahfuz’da) görevli kalemin yazdığı kaderler kadar.
وَعَــدَّ نَـعْـمَـائِــكَ الـلَّاتِـي مَـنَــنْـــتَ بِــهَــا
عَـلَى الْخَـلَائِقِ مُـذْ كَـانُوا وَمُـذْ حُشِرُوا
(Salât olsun) kendileriyle ihsân ettiğin nimetler adedinde,
(Ki o nimetleri ihsan ettin) mahlukatına, var oldukları günde ve diriltilecekleri günde.
وَعَـدَّ مِـقْـدَارِهِ السَّـامِـي الَّذِي شَـرُفَـتْ
بِـهِ النَّـبِـيُّـونَ وَالْأَمْـلَاكُ وَافْــتَــخَــرُوا
Salât olsun Efendimiz’e, miktarınca o yüce kadr-i kıymeti,
Ki onunla şerefyâb olup nebiler ve melekler iftihar etti.
وَعَـدَّ مَا كَـانَ فِي الْأَكْـوَانِ يَـا سَـنَــدِي
وَمَـا يَـكُـونُ إِلٰـى أَنْ تُـبْـعَــثَ الصُّــوَرُ
(Salât eyle) ey dayanağım! Âlemlerde mevcut olanlar adedince,
Mahlukatın diriltileceği güne kadar da yaratılacaklar adedince.
فِي كُـلِّ طَـرْفَــةِ عَـيْـنٍ يَـطْــرِفُـــونَ بِـهَــا
أَهْـلُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِينَ أَوْ يَـذَرُوا
(Salât olsun) her göz açıp kapayıncaya kadar ki göz açıp kapar,
Semâlarda ve yerlerde yaşayanlar veya göz kırpar.
مِلْءَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِيـنَ مَـعْ جَـبَــلٍ
وَالْفَرْشِ وَالْعَرْشِ وَالْكُرْسِيِّ وَمَا حَصَرُوا
(Salât olsun) göklerle yerler dahi dağlar dolusu kadar,
Arş-u Ferş’in ve Kürsî’nin kapladıkları kadar.
مَا أَعْــدَمَ اللّٰهُ مَــوْجُــودًا وَأَوْجَـدَ مَعْـــ
ـــدُومًـا صَـلَاةً دَوَامًــا لَـيْـسَ تَـنْحَصِـرُ
Allâh’ın yokları var etmesi ve varları yok etmesi kadar,
(O Habîbe) sınırsız ve hep devam eden salâtlar.
تَـسْتَغْرِقُ الْعَـدَّ مَعَ جَمْعِ الدُّهُورِ كَمَا
تُــحِيــطُ بِـالْــحَـــدِّ لَا تُـبْـقِــي وَلَا تَــذَرُ
(O salât ki) bütün zamanlarla beraber sayıları kaplasın,
Öyle ki bütün (salât) sınırlarını kuşatsın da dışında kalan (bir salât) olmasın, tükenmesin.
لَا غَــايَــةً وَانْـتِــهَــاءً يَــا عَــظِيــمُ لَــهَـا
وَلَا لَــهَـــا أَمَـــدٌ يُــقْــضٰــى فَــيُــعْــتَــبَـرُ
Ey Azîm! O salâtın sonu ve bitişi olmasın,
Sayılacak ve bitecek bir nihayeti de olmasın.
مَــعَ السَّــلَامِ كَــمَـا قَــدْ مَــرَّ مِـنْ عَـدَدٍ
رَبِّ وَضَـاعِـفْـهُـمَـا وَالْـفَـضْلُ مُنْتَشِرُ
Geçen salâtların sayısı kadar da eyle selâmını,
Rabbim! O salât ve selâmları çoğalt da arttır ikramını.
وَعَــدَّ أَضْعَـافِ مَـا قَــدْ مَـــرَّ مِــنْ عَــدَدٍ
مَـعَ ضِـعْـفِ أَضْـعَافِـهِ يَا مَـنْ لَـهُ الْـقَدَرُ
Geride geçen salâtların katları sayısınca,
Ey kudret sahibi! (Salât eyle) katlarının da katlarınca.
كَـمَـا تُـحِـبُّ وَتَـرْضٰـى سَـيِّـدِي وَكَمَا
أَمــَرْتَــنَا أَنْ نُـصَــلِّــيَ أَنْـتَ مُـقْـتَــدِرُ
Ey Efendim! (Salât eyle) razı olup sevdiğin gibi,
Ey güç sahibi! Bize salât etmemizi emrettiğin gibi.
وَكُــلُّ ذٰلِــكَ مَـضْـرُوبٌ بِـحَـقِّــكَ فِــي
أَنْـفَـاسِ خَـلْـقِكَ إِنْ قَـلُّوا وَإِنْ كَثُـرُوا
Senin hakkına yemin olsun ki bu salât ve selamların katlansın hepsiyle,
Az ve çok (olmak üzere bütün) mahlukatının nefesleriyle.
يَا رَبِّ وَاغْـفِـرْ لِـقَـارِيـهَـا وَسَــامِـعِـهَــا
وَالْمُـسْـلِـمِينَ جَمِيعًا أَيْـنَمَـا حَـضَـرُوا
Ey Rabbim! Mağfiret et okuyanı ve dinleyeni,
Her nerede olurlarsa bütün Müslümanların hepsini.
وَوَالِـدِيـنَـا وَأَهْــلِـــيـنَـا وَجِيـــرَتِــــنَــا
وَكُــلُّــنَــا سَــيِّــدِي لِلْـعَـفْـوِ مُـفْـتَــقِــرُ
(Mağfiretini bahşet) ana babamıza, ailemize ve komşumuza,
Ey Efendim! Hepimiz muhtacız Senin affına.
وَقَـدْ أَتَــيْــتُ ذُنُــوبًـا لَا عِـــدَادَ لَــهَــــا
لٰـكِــنَّ عَـــفْــوَكَ لَا يُــبْـقِــي وَلَا يَـــذَرُ
Muhakkak (huzuruna) getirdim bunca günahı,
Ama Senin affın bizi yalnız bırakmaz, bâki kılmaz (hiçbir günahı).
وَالْـهَـمُّ عَـنْ كُـلِّ مَـا أَبْـغِيـهِ أَشْـغَــلَـنِـي
وَقَدْ أَتٰى خَـاضِعًـا وَالْـقَـلْـبُ مُـنْكَـسِــرُ
Hüznüm beni (Senden başkasıyla) meşgul eden isteklerim,
Elbette boynu bükük ve kalbi kırık olarak (huzuruna) geldim.
أَرْجُـوكَ يَـا رَبِّ فِي الدَّارَيْـنِ تَـرْحَـمُـنَا
بِـجَــاهِ مَـنْ فِي يَــدَيْــهِ سَـبَّـــحَ الْــحَــجَـــرُ
Rabbim! Dileriz Senden iki cihanda bize rahmet edesin,
Hürmetine ellerinde taşlar tesbih eden (Habîb)in.
يَـا رَبِّ أَعْـظِــمْ لَـنَـا أَجْــرًا وَمَــغْــفِــرَةً
فَإِنَّ جُــودَكَ بَـحْــرٌ لَـيْـسَ يَــنْحَــصِــرُ
Rabbim! Bizim için bol olsun affın ve mükâfâtın,
Zira sonu olmayan bir denizdir Senin rahmetin.
وَكُــنْ لَــطِــيفًا بِــنَـا فِي كُــلِّ نَــازِلَــــةٍ
لُطْــفًا جَــمِيلاً بِـهِ الْأَهْـوَالُ تَــنْحَـسِـرُ
Her sıkıntımızda bizim için ol lütufkâr,
O hoş olan lütfunla ki onunla yok olur sıkıntılar.
بِالْمُصْطَفٰى الْمُجْتَبٰى خَيْرِ الْأَنَامِ وَمَنْ
جَـلَالَــةً نَـزَلَـــتْ فِـي مَــدْحِـــهِ الــسُّــوَرُ
Mahlukatın en hayırlısı seçilmiş Mustafan hürmetine,
Medhini yüceltmek için sûreler inen (Habîbin) hürmetine.
ثُمَّ الصَّـلَاةُ عَلَى الْمُخْـتَـارِ مَا طَـلَـعَتْ
شَمْـسُ النَّهَارِ وَمَا قَـدْ شَـعْـشَعَ الْـقَمَـرُ
Sonra da salât et seçilmiş (Nebîy)e, doğdukça
Gündüzün güneşi ve ay ışıldadıkça.
ثُـمَّ الـرِّضٰــى عَــنْ أَبِــي بَـكْــرٍ خَـلِيفَـتِـهِ
مَــنْ قَــامَ مِــنْ بَـعْـدِهِ لِــلـدِّيـنِ يَـنْـتَـصِـرُ
(Rabbim!) Ebû Bekr’den razı ol ki o hem halifesi,
Habibinden sonra dininin yardımcısı.
وَعَـنْ أَبِـي حَـفْـصٍ الْـفَـارُوقِ صَاحِـبِهِ
مَنْ قَـوْلُـهُ الْـفَـصْـلُ فِي أَحْكَـامِـهِ عُـمَـرُ
Razı ol arkadaşı Ebû Hafs (künyesiyle) Fâruk’tan,
Ömer’di o, ayırırdı sözleri hükümlerinde yanlışı doğrudan.
وَجُدْ لِعُثْمَانَ ذِي النُّورَيْنِ مَنْ كَمُلَتْ
لَـهُ الْـمَـحَـاسِنُ فِي الـدَّارَيْـنِ وَالظَّـفَــرُ
Osman-ı Zi’n-Nûreyn’e ihsân eyle ki hâzır oldu,
Onun için iki cihan ki güzellik ve zafer dolu.
كَــــذَا عَـــلِـــيٌّ مَـــعَ ابْـنَـيْــهِ وَأُمِّــهِـــمَا
أَهْـلُ الْـعَـبَاءِ كَمَا قَـدْ جَــاءَنَا الْخَـبَــرُ
(Razı ol) Ali ile iki oğlundan ve onların annesinden,
Abâ ehli onlardır bize gelen haberden.
سَـعْـدٌ سَعِيدٌ اِبْـنُ عَـوْفٍ طَـلْحَـةٌ وَأَبُو
عُـــبَـــيْــدَةٍ وَزُبَــــيْــــرٌ سَــادَةٌ غُـــــرَرُ
Sa‛d, Saîd dahi İbnü Avf ile Talha (Hazretleri),
Ebû Ubeyde ve Zübeyr ki (kâinatın) nurlu efendileri.
وَحَــمْــزَةٌ وَكَــذَا الْعَــبَّـاسُ سَـيِّــدُنَا
وَنَجْـلُـهُ الْحَـبْـرُ مَـنْ زَالَـتْ بِهِ الْغِيَـرُ
Razı ol Hamza ve Abbas efendilerimizden,
Onların kıymetli soyları da başkadır herkesten.
وَالْآلُ وَالصَّـحْــبُ وَالْأَتْـبَـاعُ قَـاطِـبَةً
مَا جَــنَّ لَيْلُ الدَّيَاجِي أَوْ بَدَا السَّحَـرُ
(Razı ol) hepsinden âl-i ashâbın ve ona uyanların,
Karardıkça gecelerin, aydınlandıkça gündüzlerin.
KASÎDE-İ MUZARİYYE HAKKINDA
Rivayete göre İmâm-ı Busîrî (Rahimehullâh) bir gece hiç uyuyamaz, şiddetli bir şekilde mânen kalbi daralır ve bunun sebebini de anlayamaz. Bunun üzerine kalkıp abdest alır ve bir miktar namaz kıldıktan sonra içine düştüğü bu sıkıntıdan kurtulmak için Allâh-u Te‛âlâ’ya yalvarır ama yine bu hal kendisinden zâil olmaz.
Ardından sahile gidip biraz denize bakınca rahatlayacağını düşünerek deniz kenarına iner ama yine sıkıntısından hiçbir eksilme olmaz. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’e yapılan salâtlardan oluşan birkaç beyit inşâd ederse bu darlığından kurtulacağına dâir kalbine bir ilham gelir.
O zat da buna binâen meşhur “Kasîde-i Muzariyye”sini inşâd etme (şiir şeklinde yazarak söyleme)ye başlar, o sırada denizin üzerinde güzel yüzlü, nur gibi ve tertemiz elbiseler içerisinde olan birinin kendisine doğru gelmekte olduğunu fark eder, hatta o zâtın nuru yerle göğü aydınlatmaktadır.
Gördüğü o zat İmâm-ı Busîrî (Rahimehullâh)a yaklaşınca selam verir ve ardından şöyle der: “Beni büyük bir müjdeci ve gerçek bir uyarıcı olarak o hak (olan Kur’ân-ı Kerîm ve İslâm) ile gönderen Allâh-u Te‛âlâ’ya yemin olsun ki sen, bu okuduğun kasîdenin sevaplarını yazma hususunda yedi kat göklerdeki ve yerlerdeki, hatta Arş ve Kürsî’de görevli olan bütün melekleri yordun. (Şunu da söyleyeyim ki) hangi bir Müslüman bu kasîdeyi her farz namazın ardından okursa o kişi cennetteki Firdevs-i Âlâ’da benimle beraber olacaktır.”
Daha sonra o gelen zat geldiği tarafa doğru giderek gözden kaybolur. Bunun üzerine İmâm-ı Busîrî (Rahimehullâh) şöyle der: “O zaman anladım ki bu zat kesinlikle Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’di. Her kim bir sıkıntı, dert ve bela anında bu kasîdeyi okursa Allâh-u Te‛âlâ da onun duasını kabul eder ve muradını ihsân eder.” Artık gönlündeki bütün sıkıntılar gider ve bunların yerine sevinç ve sürurlar dolar.
İşte bu durum, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’in, kendisine yazdığı eşsiz salevât-ı şerîfelerden oluşan beyitlerini methetmek için İmâm-ı Busîrî (Rahimehullâh) âlem-i mânâda gerçekleştirdiği ilk ziyareti olup daha sonra da felçli olduğu dönemde “Kasîde-i Bürde”sini yazarken ikinci bir defa daha gelerek mübarek hırkası bereketiyle kendisinin felçten kurtulmasına vesile olmuştur.
(Muhammed ibni İbrâhîm el-Yalvâcî, el-Mecme‛atü’l-kübrâ mine’l-kasâidi’l-fuhrâ fî hakk-ı Nebiyyinâ Muhammedini’l-büşrâ Aleyhi Salâtüllâhi ve Selâmühü’l-‛uzmâ, sh:39, -Süleymaniye Kütüphanesi, Düğümlü Baba Kısmı, 439 numaralı nüsha-; Süleyman el-Kerderî el-Basrî, Şerhu’l-Kasîdeti’l-Muzariyye, verak:2-3, -Süleymaniye Kütüphanesi, Aşir Efendi Kısmı, 302 numaralı nüsha-)