İş İşten geçip Keşke demeden önce
Sabah kalktım. Güzelce kahvaltımı yapıp işe gittim. Diğerleri gibi sıradan klasik bir gün. Nöbetçi arkadaştan öğrendiğime göre, cihazlarda gece problem çıkmamış. BU habere sevindim zira dünden devam eden 2 sistem arızası vardı. Cihaz odasındaki klimalar problemli. Hem de kurulduğu günden beri! Bugünde firmanın birinden eleman gelecek, onlarla ilgilenmem lazım. Bugün iş çok! Akşamı nasıl ederim bilmem. Bu hafta yoğun geçecek. Sezonda başladı. Beklentilerimiz epey yüksek. Neyse, odama gittim ve kapıyı kapadım. Bilgisayarımı açtım ve maillerimi kontrol ediyordum ki, kapı çaldı. ” Girin ” bile diyemeden kapı açıldı ve içeriye bir ” şey ” girdi, kapıyı da hemen kapadı.
Aman Allah’ım! o da ne!? Tanımlayamadım bir türlü. Kadın desen değil, erkek desen değil, turist belki! Bir çirkinlik numunesi! Kesin rüyalarımın baş rol oyuncusu olur. Ona ” Kimsizniz?” diye sormama fırsat kalmadan:
– Hadi kalk gidiyoruz! dedi.
Aaa! Hem de Türkçe konuştu! Şaşırdım ama bozuntuya vermedim.
– Sizi ilk kez görüyorum. Kimsiniz?
– Ruhunu bedeninden söküp almak için görevlendirilen meleğim ben! Nam-ı diğer Azrail! (Cehennem habercisi!)
– Dalganın sırası değil. Lütfen odamı terk edin. Yoksa güvenliği çağırırım!
– Çağırsan en olacak? Beni sadece sen görüyorsun!
– Dalga geçme. İşim gücüm var benim. Seninle uğraşamam.
Bir yandan Azrail değildir diyorum ama böyle bir kişinin bana haber verilmeden buraya kadar gelmesi imkansız. Ya gerçekse! Bittim ben, bittim! Savsakladığım namazlarım, ahirette buruşturulup yüzüme çarpılacak olan oruçlarım aklıma geldi. Gayri ihtiyari ufacık dünya menfaatleri için teptiğim Allah’ın emirleri gözümün önünden hızla geçti.
– Mesai saatleri içinde olmaz! deyiverdim.
– Neden? dedi.
– Şu an hazır değilim!
– Neye hazır değilsin?
– Kabirde ve öbür alemde başıma geleceklere!
– Ama senin son kullanma tarihin bugün son. Hem sana yeterince vakit verilmedi mi?
– İnanın ki bu yaşta öleceğim hiç aklıma gelmemişti.
– Neden?
– Gencim daha, ciddi bir sağlık problemim de yok. Turp gibiyim evvel Allah!
– Senin yolun mezarlığa hiç düşmüyor herhalde! Ya da hastahanelerin acil servislerine, morglara! Oradakilerin hepsinin teni buruşuk mu?
– Değil de yani! Bana 1-2 ay kadar daha süre tanısan?
– Bu kadar kısa sürede ne yapabilirsin ki, onlarca yılını heba etmiş biri olarak?
– İbadet borçlarımı öderdim. Namazlarımı deliler gibi kaza üstüne kaza ederdim. Kalplerini kırdıklarımdan, üstümde hakkı olanlardan helallik dilerdim. Üzerimde kul hakkı kalmasın diye, dünyanın öbür ucunda olsalar, taşların altına saklansalar gene de bulur, her şeyimi verir, haklarını helal ettirdim. Hem daha vasiyetimi bile yazmadım.
– Yeterince vaktin vardı! Bu dediklerini yapsaydın! Neden düşünmedin? Engel mi oldular sana?
-Hiç ölmeyeceğimi sanmıştım. Hep başkaları ölüyordu, başkalarının selaları okunuyordu minarelerden. Ben sanki ölümden muaftım. Meğer bu iş parayla değil, sıraylaymış.
– Geleceğimden bir sene önceden haberin olsaydı, neler yapardın?
– Kalan zamanımı çok iyi değerlendirirdim!
– Hadi be kimi kandırıyorsun! İlk 2 gün iyi giderdin. Namaz-niyaz, sonra gene eski haline dönerdin. Kendine bir bahane bulurdun. Her şey yine eski hamam eski tas olurdu. Bir rüyaydı o derdin sana verdiğim habere, kendini avutmak için.
Haklıydı! Kaç kere hastalık geçirmiş, kaza atlatmıştım. Bunların hepsi birer haberdi aslında ama üzerimdeki etkisi çoğu zaman 2 gün bile sürmemişti. Ama şimdi kafamı taşlara bile vurmaya vaktim yoktu.
Bu arada telefonum çaldı. Baş müdür arıyordu. Önemli bir arıza varmış, trafiği durduran. Acil gitmemi istedi. Benim için her şey önemini kaybetmişti, para, pul, mevki, kadın nefs. Her şey sıfırla çarpılmıştı. Can derdindeyim ben. Bir de müdürle veya başka bir şeyle uğraşacak durumda değildim.
-” Bırak bu fani işleri ” deyip telefonu müdürün suratına kapadım. Baktım Azrail sırıtıyordu. Herhalde alışkındı benim gibi jetonu iş işten geçtikten sonra düşenlerin panik hallerine. Ben de güldüm gayri ihtiyari. Hemen en iyi savunma saldırıdır taktiğine geçtim.
– Hem sen, Azrail de olsan, can almakla da görevli olsan nihayetinde bir melek değil misin? Ne bu surat? Korku filimlerindeki yaratıklar gibi! Allah seni nurdan yaratmamış mıydı?
– Nurdan yaratılmasına nurdan yaratıldım. Laf aramızda güzelliğim dillere destandır.
– Hiç de öyle görünmüyorsun!
– Orası öyle! Ben de surat çok! Ama sor bakalım senin yanına niye bu suratımla geldim? Utanma sor!
– Neden bu suratla yanıma geldin ?
– İnsanın ameli güzelse ona güzel görünürüm ben. Hayatını Allah’ın rızasına göre dizayn etmeyenlere de çirkin görünürüm. Şimdi sana göründüğüm gibi! Şu anda ben senin aynanım. Kalp gözü açık olanlar, yüzüne baksalardı seni böyle görürlerdi!
– Desene eyvah!
– Eyvah ki ne eyvah
– Birazdan kabirde başına neler gelecek biliyormusun? Karşılama mahiyetinde, ön sıcaklardan!
– Galiba şu anki verilerim pek hayra alamet değil.
– Okusaydın Allah’ın kitabından, Resulünün sünnetinden! İşin ciddiyetini kavrasaydın, gözlerine uykuyu haram ederdin. Neden okumadın? Bir arkadaşından yıllar önce gelip de hiç okumadığın bir mektubun var mı? Ya da açmadığın bir mail? Madem Allah’ın kitabının kapağını açmadın, bük boynunu ve sus!
– Dünya meşgalesi. Geçim derdi. Para, mevki, nefs, kadın. Beni çepeçevre kuşattılar. Kıramadım sarmalı!
_ Halbuki dünyada kalma süren ne kadar azdı oran olarak! Bunu da biliyordun üstelik! Birazdan gideceğin hayat ise ebedi! Nasıl olur da senin gibi akıllı geçinen bir adam okyanusu unutur da bardakta boğulur? (Haşa) Allah’ın yerine kendini koy! Senin gibi bir kula müstahak değil mi azap! Bunca akıl vermiş ilim vermiş, dininden seni haberdar etmiş.
– Haklısın! ama dünya gözle görülüyor, öbür dünya gayb, göz önünde değil!
– Merak etme, biraz sonra ölünce, gaybın önündeki perdeler kalkacak! Kur’an’da ve hadislerde anlatılıyor bunlar. Hem sen de okudun. Üstelik başkalarını uyaran yazılar da yazdın. Muhtelif yerlerde anlattın. O zaman bu gaflette ki ısrarın neden?
– Başkalarına nasihat verirken kendimi unutmuşum.
– Allah da o zaman din günü seni unutur. Bir yandan ele öğüt verirken diğer yandan da kırmadık fındık bırakmadın ortalıkta!
– Maalesef, biliyorum, kendim düştüm ve ağlamaya hakkım yok.
– Kendin ettin kendin buldun! Hadi artık gidiyoruz, beni fazla oyalama. Senden sonra iki gafil daha var sırada!
– Bırak çekiştirmeyi! Nereye gidiyoruz?
– Allah’ın sana hazırladığı azabı tatmaya.
– Doğru adrese geldiğinden emin misin? Benim adımda çok insan var, hani o bakımdan!
– Adım gibi eminim. Zaten nokta tarifler var elimde. Iskalamam mümkün değil!
– Son bir şey soracağım: Allah’ın rızasına uygun yaşasaydım, ölümüm nasıl olacaktı? Aramızda nasıl bir diyalog geçecekti?
Ben senin canını almaya gelince yüzümdeki güzelliği görünce hayrete düşecek ve: ” Aman Allah’ım! Bu ne güzellik! Ben rüyada mıyım!” diyecektin. Çünkü o zaman sana Cennet müjdecisi olacaktım, şimdiki gibi Cehennem habercisi değil! Seni Rabbi’ne götürmeye geldiğimi söyleyecektim. Sen korkuyla karışık: ” Rabbim benden razı değilse?” diyecektin. Ben de yüzümdeki güzelliği hatırlatıp korkmana gerek olmadığını söyleyecektim. İçini huzur kaplayacaktı.
– Keşke hayatımı yeniden yaşayabilme imkanım olsaydı.
Geçmiş olsun! Neyse! Ailen ve sevdiklerin aklına gelecekti bir bir. Ama onların da zamanı gelince dünyadaki rollerinin son bulup yanına geleceklerini hatırlayınca rahatlayacaktın. Tere yağından kıl çeker gibi ayrılacaktı ruhun bedeninden. Bulutların üstünde gibi, yumuşacık. Haberin bile olmayacaktı. Gül bahçesine girer gibi. Tüm hücrelerinde h,issedecektin mutluluğu.
– Ama şimdi.
– Çığlık atmayı bile beceremeyeceksin çekeceğin acıdan! Bak vakit doldu konuşmaktan kelime-i şehadet getirmeyi bile unuttun.
Gözümün önündeki perdeler açılmaya başladı. Gayb meğer ne yakınmış. Keşke iş işten geçmiş olmasaydı. Neler yapmazdım ki! Artık keşkelerimin hiçbir değeri yok.
Okumak isteyebilirsiniz
Topum denize düştü