Yargılamak yerine anlamak,anlamaya çalışmak
Mutlu olmanın şartlarından biri de yargılamak yerine anlamak ve anlamaya çalışmaktır.Hayatımıza yargılamak yerine anlayışı yerlerleştirmesi hem onu,hem de iletişim içinde olduğu insanların mutlu edecek ve geliştirecektir.
Yargılayarak karşımızdaki suçlayarak hiç bir yere varamayacağımız gibi,karşımızdaki kişinin kalbini kırar onu yaralarız.O kişinin kendini kötü hissetmesine neden oluruz.Halbuki ilişkilerimizde yapıcı olmak şart olması gerekir.Üstelik yargılama hakkına sahip değiliz.Bir kimseye zorla bir şey yaptıramayız sadece düşünce tarzının yada yaptığı şeyin doğru olmadığını söyleyebiliriz.Bu konuda elimde bulunan çok değerli bir yazar olarak tanıdığım konuşmalarında ve yazılarından hayatıma önemli şeyler kattığım ÖZNUR ÖZDOĞAN’ın “Mutluluğu Seçiyorum” isimli kitabından bir bölüm aktarmak istiyorum.
“Allah ol der, hemen oluverir.” ayeti Kur’an-ı Kerim’de defalarca tekrarlanır. (Yasin, 82; Meryem, 35; Mümin, 68; E-nam, 73; Bakara, 117) inanan insanlar olarak defalarca bu ayeti okuruz, ama hayatımızın akışında “olmaz”-“olur” anlayışları egemendir: Şunları yapan insan cennete, şunları yapan cehenneme gider; bunu başaramam; o bunu yapamaz… Allah ol der hemen oluverirse, kul olarak biz sadece olabilir veya olmayabilir diyebiliriz. Yani insana yakışan, esnek bakış açısı. Buna, kulluk bilinci, yargıladığımız anlardaki bilincimize de Tanrılık bilinci diyebiliriz. Maslow: “yalnızca esnek bir bakış açısına sahip olan, yenilikleri güvenle ve korkusuzca karşlıayabilen insan geleceğin üstesinden gelebilir” diyor. (Maslow, 2001, s. 22) Hz. Muhammed, Uhud savaşından 8 yıl sonra o bölgeden geçerken veda hutbesinde: “Sizin bir daha puta tapıcılığa dönmenizden korkmuyorum. Endişe ettiğim şey, sizin dünya işlerine dalmanız ve maddeyi put edinmenizdir.” diyor. Bizler, maddeden güç alarak kendimizde Tanrılık bilinci oluşturabiliyoruz, dünyanın maddesel boyutuna odaklanıp, sahip olma
dürtüsüyle adeta birbirimizle yarışıyor, birbirimizi yargılayabiliyoruz. Mevlana Mesnevide bu yaklaşımı şöyle bir hikayeyle anlatmaktadır: “Ebu cehil bir gün Peygamberimize: “Beni Haşimden senden daha çirkin suratlı biri gelmemiştir” dedi. Peygamberimiz: “Her ne kadar haddini aştınsa da yine de doğru söyledin” dedi. Biraz sonra Hz. Ebubekir Peygamberimizin yanına gelince: “Ey güneş yüzlü elçi, senden daha güzel daha parlak bir yüz görmedim.” dedi. Peygamberimiz bunun üzerine. “Ey gerçek dost, ey dünya bağlarından kurtulan, doğru söyledin.” dedi. Orada bulunanlar bu durum karşısında şaşırıp: “Ey Peygamber, bu ikisi de birbirine zıt şeyler söylediler, sen her ikisine de doğru söylediniz dedin, bunun sebebi nedir?” diye sordular. Peygamberimiz: “Ben bir ayna gibiyim, bana bakan kendini görür. O baktı kendini gördü, o baktı kendini gördü.” dedi.” Benzer nitelik taşıyan ifadeleri Hz. Muhammed “Mümin müminin aynasıdır.“, sözüyle dile getirmiştir. (Ebu Davud, Cilt 4, Kitabul Edeb Bölümü, Bab 57, Hadis No: 4918) Mevlana, yine Mesnevi’ de şöyle seslenmektedir: “insanlarda ayıptan başka hiçbir şey görmeyene ayıplar olsun.Gayb aleminden gelen temiz ruh, aynı yerden gelen kardeşlerde nasıl olur da ayıp görür?
Ayıp hiç bir şey bilmeyen kişiye göre ayıptır. Fakat her şeyi hoş gören, olduğu gibi kabul eden Allah’a karşı ayıp değildir. – Bize göre kafirlik afettir, ama Allah’a göre onda bir hikmet vardır. – Birisinde yüzlerce faziletle beraber bir de ayıp bulunsa, o ayıp armudun sapı, üzümün çöpü gibi kınanmaz bir ayıptır. Terazide her ikisini de beraber tartarlar, çünkü sapla veya çöple meyve, beden ile can gibi birbirleri ile uyuşmuşlar, birbirlerinden hoşlanmaktadırlar.” İnsanın, hayatına, yargılamak yerine anlayışı yerleştirmesi hem onu, hem de iletişim içinde olduğu insanları mutlu edecek ve geliştirecektir. Bir İlköğretim Okulunda, 6. sınıfta ders anlatırken, yaşadığım bir olayla bu konuyu örneklendirmek istiyorum: Dersin konusu hırsızlıktı. “Hırsızlık nedir?” diye sordum. Öğrencilerim, hırsızlığı, “başkasının sahip olduğu bir şeyi izinsiz almak” olduğu görüşünde birleştiler. Öğretmen; Hz. İsa’nın “yiyecek dolabınızda bulunan her fazla yiyecek, giysi dolabınızda bulunan her fazla giysi aslında başkalarının haklarını evinizde bulundurduğunuz için hırsızlıktır.” Sözünü hatırlattım. Bu anlamda hep birlikte -ben de dahil bir parça hırsız olduğumuzu kabul ettik. Hz. Muhammed’in: “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” sözünü hatırlayanlar oldu. Ondan sonra öğrenciler, sahip olduklarını paylaşmaya karar verdiler. Ertesi gün Aylin söz aldı: “Öğretmenim, Gürol, evlenince eşinin çalışmasına izin vermeyeceğini söylemişti. Biz, derslerimizde, dünyada bir tane olduğumuzu ve her birimizin dünyaya yapacağı bir hizmeti olduğunu öğrendik.Peki Gürol, eşini çalıştırmamakla, onun dünyaya yapacağı hizmeti insanlıktan çalmış olmuyor mu, bu hırsızlık olmuyor mu?” dedi.
O gün, sınıf olarak, bu davranışın hırsızlık olduğuna karar verdik ve Gürol, eğer eşi isterse, o da onun çalışmasını destekleyeceğini ifade etti. Bu olayı hiç unutmadım. Kadın koğuşunda hırsızlık yapanlarla konuşurken de bu yaşantının bende oluşturduğu farkındalıkla, onlarla empatik iletişim kurabildim. İlişkilerimizde, daha derindeki sorunları fark etmeden, yüzeydeki niteliklerle ilgilenmek ve yargılamak, bir başkasının kalbinin kutsal köşelerini çiğnemek demektir.”
Sayın ÖZNUR ÖZDOĞAN’ın burada anlatmak istediğini dilerim anlamışsınızdır.
Bir insanı yargılamak yerine onunla empatik iletişim kurmanın ve onu anlamanın anlamaya çalışmanın çok daha önemli olduğunu belirtmektedir.